08 November 2025 - Saturday

Hong Kong’lu Denizli’de

Güz aylarına girmiş olsak da, 2025’i daha bitirmeden yazın ortasında gittiğim Denizli ilinin doğal ve kültürel özelliklerinden bahsetmemek elde değil.

Yazar - Suzan Tepsi
Okuma Süresi: 7 dk.
Suzan Tepsi

Suzan Tepsi

suzantepsi1992@gmail.com -
Google News
Bilindiği gibi Pamukkale traverterleri şehrin en çok uğrak yeri olmasına rağmen oradayken gördüğüm o enfes beyaza bürünmüş kayalıkların altından 36,5 derecede şifalı suyun aktığına tanık oluyorsunuz. Ege turizminin canlandığını Temmuz ve Ağustos aylarında Pamukkale’ye gelen Hong Kong’lu turistlerin fotoğraf çektikleri travertere bir de onların gözünden bakalım; turiste sorduğum ilk soru şuydu; -Merhaba, nereden geldiniz? Cevap veriyor, kendi ülkesinin ağzıyla İngilizce konuşuyordu. Elindeki telefonun kamerasını açık tutarak, -Hong Kong’dan geldim. -İlk defa mı Türkiye’ye geldiniz? -Evet, Denizli’ye ilk gelişim. Sonrasında ikimizde gülüştük. Suyun sıcaklığından bahsettim, kimyasal olayla kayalıkların içinden aktığından bahsedince, turist şaşkınlıkla traverterleri inceleyip, bana hak veriyor. Kalın giyinmişti. Traverterlerdeki çocuklar çıplak ayaklarını suya daldırıyordu. Turiste dönüp; -Siz de sokacak mısınız, suya ayaklarınızı? Turist ayakkabılarını yağan yağmurun çamurlaşması halinde çıkartmaktan ziyade yalnızca ellerini suya sokacağını söyleyince, bende hemen ayakkabımın tavanlarına göz attım. Gerçekten de Ege’ye yağmur bastı mı ömür billah kendini alıkoyamazsın, bir daha. Sağanak üç gün aralıksız Temmuz’un ortasında Hieropolis’i ve Ören Yeri’ni teslim almıştı. Sonra yeniden bana döndü, turist, -Ellerimi sokuyorum, suya. -Tadını çıkartın, dedim. Beni Hong Kong’a davet etti. Sosyal medya hesabını takip etmemi söyledi. Kim bilir; turist olma sırası bana da gelirdi. Her neyse Denizli demişken sırasıyla gezilecek önemli mekanları şöyle aldığım seyahat notlarından aktarayım; 1-Ören Yeri, Tarihi Kent 2-Pamukkale, Hierapolis 3-Laodikiya 4-Bayram Yeri, Çarşı, Atatürk Etnografya Müzesi 5-Forum Çamlık Avm 6-Denizli Kent Müzesi (Bizans, Osmanlı bakır, gümüş sikkelerinin, anaforların, yayların, okların, mızrakların Orta Asya Türkleri’nin boylarına dayandığı bilinmekte olup, sergilendi.) 7-Çınar Cadde boyunca yürüdüğünüzde sağ kaldırımın elektrik direğine asılı duran levha ile karşılaşıyorsunuz. Orada Balcı Evi, Bez Bebek Müzesi diye yazıyordu fakat beşte kapandığı için kamuya ait kuruluş olmasından dolayı o saate ne yazık ki yetişemedim. Karnınız zil çalınca önereceğim en iyi lokanta Denizli Pidecim’de yiyeceğiniz enfes kıyma kaşarlı pideleridir. Kuyu kebabına ne dersiniz? Oranın horozu ne kadar meşhursa, kuyu kebabı da öyle meşhur… Ayrıca horoz demişken; Çamlık semtinin içinde yer alan Pamukkale Üniversitesi’nin en yukarıdaki tepesine çıktığınızda panoramik şehir manzarasını izliyorsunuz. Manzaranın hemen altında horoz heykeline gözünüz takılıyor. Tepeye aracınızla çıkmanız halinde, gözünüze çarpan ilk şey; horozun yanar döner acayip renk değiştiriyor olması! Nereden baksanız, boyu dört metreyi bulur eni ise; iki buçuk metre diye tahmin ediyorum, heykeli. Çınar mahallesinde gezerken dikkatimi en çok çeken caddenin her iki yanında dükkancıların önünde ekilmiş Palmiye ağaçlarının boyları dört metreyi aşmıştı ki; caddenin Aydın ilini aratmayan portakal ağaçlarından daha fazlasına rastlıyordunuz. Denizi olmayan bu sevimli şehrin dağ havası ve Akdeniz iklimi ile insanı da sanki kırk yıllık dostlarınızla kahve içermiş havasına sokuyordu sizi adeta. Oranın insanının fiziksel görünümleri orta boylu kumral etine dolgun hanımlar ve beylerden oluşmaktadır. Öyle Ege’li deyince İyonya’lı gibi keskin bakışlı, uzun incecik yapıya sahip Kıpçak Türkü göremezdiniz. Eski Hititli veya Frigyalı’ların günümüz insanı dış görünümü diye adını koyabilirdiniz. Ayrıca burada dükkanlar akşam üstü beşten sonra kapatılıyordu. Fazla mesaiye bırakamazdınız, Denizli insanlarını, İstanbul’lular gibi… İki yakanın o koşturmacalı telaşını, kalabalığını dört mevsimini birden soluduğunuz o havayı Denizli’li iki günde alışmakta zorlanırdı, bana kalsa. Marmara’nın rutubetini tatmadan anlayamazlardı, nasıl iklimin insanı olduğumuzu. Bize kalsaydı, her tatilde ufak kaçamak Ege tatili münasip olurdu, kirlenmiş havaya sanayi ve fabrika gazlarının İstanbul’un özellikle de Avrupa yakasında soluduğumuzda ölümcül hastalıklara maruz kalmıyor değiliz. Ege bölge olarak hava kirliliği daha az olan bölgelerimizden. Oksijen var mıydı hala, Türkiye’nin genelinde aratıp, taratırsak, maalesef gelecek cevap o kadar iç açıcı da değil. Bir taraftan Rusya Ukrayna Savaşı’ndan dolayı maruz kaldığımız zehirli gazların atmosfere yayıldıktan sonra içimize çekmek mecburiyetiyle yaşıyoruz, yetmiyormuş gibi Orta Doğu Savaşları’nın ortasında kalan vatanımız Gazze’ye atılan bombaların etkisi altında yayılan gazlar iklimi bozmuyor değil bunların beraberinde yaşayan her bir canlının kansere yakalanma riskini de arttırıyor. Düşünün bir bomba infilakının şiddeti insan beyninin sinir hücrelerini normalden çok daha fazla titreşimde uyarıyor. Sinirler uyarıldığında, migren hastalığı soluduğumuz zehirli gazın neticesinde bizi mağdur etmiyor değil. Etrafınıza bir bakın o yüzlere, metro girişlerinde ne kadar asık, yürüyen merdivenlerden çıkan insan topluluğunun yürüyecek hali yokken yalnızca beyinlerine çip atılmışçasına Amerikan filmlerinde izlerdik güler geçerdik ama mühim yerden gelen talimatla hareket ediyormuşçasına uzaktan kumada ile kontrol ediliyor gibi yürümüyorlar mı? O 1980’lerin ve 1990’larının esnaflarının ve bakkalcı kültürünün yavaş yavaş ortadan kalkması ile temassız ödemelerin ve pos cihazlarının sinyal sesi duyuluyor, insanların sohbetlerini yerini alan 2025’in sonlarına doğru geldiğimizde ise; kimsenin ağzı bıçak açmıyor, gelişen teknolojinin tutsaklığı; meslek hayatlarımızı robotik geleceğe doğru götürüyor, özellikle pandemi sonrası dünyanın geneli bu acı tablonun farkında. Yine de umutla gezeceğimiz; hala bozulmamış orman ve sahil kıyılarımız var. Hafta sonu kaşla göz arasında niye dinlenme tesislerine gidilmesin ki? Bizim Hong Kong’lu bile uzak doğudan istifini bozup da Türkiye’yi ziyaret edip, Pamukkale’yi hayranlıkla gezmişken…
#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.